CAMBAZ ALİ Dinleme Metni

4.sınıf Türkçe dersi için verilen CAMBAZ ALİ Dinleme Metni sorularından birisi. Soru şu şekilde

CAMBAZ ALİ

Komutan dalgın ve düşünceliydi. Bulunduğu odada durmadan yürüyor, oturanlar onu sıkıntıyla izliyorlardı. Bir an durdu. O küçücük oda içinde durmadan adım atarken onu izleyenlerin başı dönmüştü âdeta.

— Bu işe bir çözüm bulmalıyız, bir çözüm, dedi komutan. Bu işi en geç yarın akşam yapmazsak silahlar elden gider.

Sesi, yavrusu elinden alınmak istenen bir ananınki gibi sevecendi. Komutan için silahlar öylesine önemliydi. Onları düşündükçe kalbi titriyordu.

Birkaç gün önce köye gelmiş, yanındaki subay ve erle birlikte hep bu konuyu incelemişti. Buraya özel bir görevle gelmişlerdi. Tepede yükselen kalede bulunan silah ve cephaneyi kaçıracaklardı.

Ama nasıl?

Kale yukarlardaydı. Oraya çıkan bir yol vardı.

Gerisi uçurum, kayalık…

Yol üzerinde düşman askerleri vardı. Her an elleri tetikte bekliyorlardı. Bu yoldan değil bir saldırı yapmak, kuş uçması bile olanaksızdı. Çünkü düşmanın bulunduğu yer tüm yöreye egemendi. Oldukları yerde, düzlükteki her kımıldanışı hemen görebilirlerdi.

Buraya geleli nerdeyse bir hafta olmuştu. Başbaşa vermişler, kaleyi gözlemişlerdi. Orayı avuçlarının içi gibi biliyorlardı. Tüm planları hazırdı. Köylüler de onlarla birlikti. Her tür yardıma hazırdılar.

Fakat… İşte bu fakatın çözümü yoktu. Kaleye birinin gizlice girmesi gerekiyordu. İçerde kargaşa çıkarıp dışarıdaki nöbetçileri oraya çekmeliydi. O zaman komutan, askerler, tüm köylüler kaleye kolayca saldırabilirlerdi.

Gecenin ilerlemiş bir saati komutanın konuk kaldığı evin kapısı vuruldu. Bir daha, bir daha… Komutan yattığı yerde doğruldu. “Kim o, kim var orada?” diye sordu.

— Benim komutanım, Halil Efe.

Komutan kapıyı açtı. Gelen adama:

— Hayrola Efe? dedi. Gecenin bu saatinde

kötü bir haber mi var? (1)

— Yok beyim, dedi Halil Efe. İyi haber var, müjde var, müjde! diye yanıtladı komutanı. İçeri girdiler. Halil Efe mindere çöktü. Komutan onun konuşmasını sabırla dinledi.

— Beyim, bu işi çözümledik artık, dedi. Gönlün ferah olsun. İşi bitti bil.

— Nasıl olur Efe? anlat bakalım.

İhtiyar adam ağır ağır anlattı. Evde Nuriye kadınla konuşurlarken söz kaleden açılmış. O zaman kadın ayırdında olmadan öyle sözler söylemiş ki Halil Efe bunları duyunca yerinde duramaz olmuş, komutanın yanına koşmuş.

Komutan, Halil Efe’nin anlattıklarını dikkatle dinledi. Çok heyecanlanmıştı. Arada sorular sorarak kimi kuşkularını giderdi. Sonra Halil Efe’ye:

— Şu çocuğu hemen getir bana, dedi.

Halil Efe dışarı çıktı. İhtiyar bir adamdan beklenmeyen bir çeviklikle uzaklaştı. Bu sırada öbür evlerde kalan üç subay komutanın yanına geldi.

Yüzbaşı durumu onlara da anlattı.

— Senin adın ne yiğidim?

— Ali. Bana Cambaz Ali, derler beyim.

Subaylar çocuğa dikkatle baktılar. Cılız, ufak tefek bir şeydi. Ama çok çevik olduğu belli oluyordu.

Komutan çocuğun başını okşadı. Ona:

— Anlat bakalım, dedi. Kaleye girecek bir yol biliyormuşsun sen. Nasıl bir yol bu?

Ali bu soruya çok sevinmişti? Hiç düşünmeden:

— Bilirim, bilirim, dedi.

Sonra düşman gelmeden birkaç ay önce o sarp kayalıklara nasıl tırmandığını, kayalıklarda bir yarık bulduğunu, bu yarıktan içeriye girince dar bir yol gördüğünü, oradan sürüne sürüne ilerleyince yolun giderek genişleyip tavanın yükseldiğini anlattı.

 

Cambaz Ali, bu yolu sonuna dek izlemiş, sonunda kalenin mahzenlerine ulaşmıştı. Bunları arkadaşlarına anlatmıştı. Ama o gün için kale hiçbir önem taşımıyordu. Oraya uzanan gizli yol kimsenin ilgisini çekmemişti. Bu olay unutulup gitmişti.

İşte bu gece Nuriye kadının anımsayıp Efe’ye anlattıkları da bunlardı.

Komutan anlatılanlara çok şaşırdı. Öyle bir sevinç kapladı ki içini, çocuğu heyecanla kucakladı:

— Aferin Ali, dedi. Aferin. Sana bir görev vereceğim. Eğer bunu başarırsan sana herkes Ali Çavuş diyecek. Köyün Ali Çavuş’u olacaksın.

— Emrin başım üstüne beyim, dedi Küçük Ali.

Bu yurt bizim yurdumuz. Ne emredersen yaparım.

Ertesi sabah tüm hazırlıklar yapıldı. Ali, sırtına dinamit dolu heybeyi astı. Ağaçlıklar arasından hızla ilerledi. Kayalıklara doğru bir gölge gibi süzüldü. Nöbetçiler sadece yolu gözledikleri için onu göremediler.

Subaylar bulundukları yerden dürbünlerle bakıyorlar, Ali’nin her adım atışında sanki kendileri kaleye bir adım daha yaklaşmış gibi heyecanlanıyorlardı.

Ali bütün gün kimi yerde koşarak, kimi yerde sürünerek ilerledi. Akşama doğru kayalara yaklaştı.

Yüzbaşı onu gözlerken yanındaki köylülere de her hareketini ayrı ayrı anlatıyordu.

Hava kararırken Ali dürbünde son kez görüldü.

Orada, kayanın yarığında kayboldu.

— Tamam, kulede kibrit yandı, dedi yüzbaşı.

Hazır olun, gidiyoruz.

Subaylar, askerler, eli silah tutan dedeler, kadınlar, çocuklar, hepsi sessizce hareket ettiler. Kadınlar ellerine tırpan, yaba, kazma, kürek ne buldularsa onları almışlardı. Öyle sımsıkı tutuyorlardı ki hiçbir asker silahına böyle candan sarılamazdı.

Epey ilerledikten sonra durdular. Beklediler. (2)

Binbaşının yavaş sesle “Hazır olun.” dediği anda, içerde korkunç bir patlama oldu. Nöbetçiler içeriye koştular. Kalede korkunç bir kargaşa vardı. Bundan yararlanan köylüler kolaylıkla içeriye girdiler.

Askerlerin kurşunları, köylülerin orak ve tırpanları, düşmanın işini bitirdi.

Biraz sonra kalede ne varsa yüklemişler, Türk birliklerine doğru yol alıyorlardı.

Yüzbaşı bacağından ve kolundan aldığı yaralarla baygın yatan Ali’yi götüren kağnının yanı sıra bir süre yürüdü. Yanındakilere:

— Artık ona Ali Çavuş diyeceksiniz, dedi.

O anda çocuk gözlerini açtı. Kısık bir sesle:

—Cambaz Ali Çavuş desinler komutanım, dedi.

Komutan olduğu yerde dondu kaldı. Ölüme meydan okuyan bu yiğit çocuk, onu çok etkilemişti.

— Haklısın yiğidim, dedi. Hele düşmanı yurttan sürüp atalım, belki de bu köyün adını Cambaz Ali Çavuş Köyü koruz. Ne dersin? diye sordu.

Ali gözlerini kapamıştı. Dalgın yatıyor, belki de düşünde kendini, adını taşıyan köyün muhtarı olarak görüyordu.

Melih ERGUN

 

(Düzenlenmiştir.)

 

Kahraman Türk Çocuğu

“CAMBAZ ALİ Dinleme Metni” için 2 yanıt

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.