Deyim hikayeleri

5.sınıf Türkçe dersi için verilen Püf Noktası Hazırlık Çalışmaları sorularından birisi. Soru şu şekilde:

  • Çoklu medya ortamlarından ve basılı kaynaklardan yararlanarak deyim hikâyeleri bulunuz.

“Ateş pahası” deyim hikayesi:

Kanuni Sultan Süleyman beraberindekiler ile birlikte Halkalı civarında ava çıkar. Aniden başlayan şiddetli yağmur karşısında Sultan Süleyman ve yanındakiler gördükleri ilk eve sığınmak zorunda kalırlar. Ev sahibinin yaktığı ateşin karşısında elbiselerini kurutup ısınan Sultan Süleyman, yanındakilere dönerek, “Şu ateş bin altın eder” der. Yağmurun dinmemesi üzerine padişah ve maiyetindekiler, geceyi de bu evde geçirirler. Konuklarını tanıyamasa da önemli ve zengin şahıslar olduklarını anlayan ev sahibi, sabah ona borcunu soran sultana “Binbir altın” cevabını verir. Bu cevabın şaşkınlıkla karşılanması üzerine ise ateşe bin altın değeri kendisinin biçtiğini, gecelik konaklamanın ise bir altın olduğunu söyler. “Ateş pahası” deyimi, bu hadise üzerine doğmuştur. Ederinden fazla çok pahalı şeyler için bugün de yaygın şekilde kullanılmaktadır.


“Keçileri Kaçırmak” deyim hikayesi:

Dağda keçilerini otlatan bir çoban, öğle sıcağında, bir ağacın altında uyuyakalmış. Uyandığında keçilerin otladığı yerde bulunmadığını görmüş. Aramış, aramış, keçilerini bir türlü bulamamış. Kendi kendine, “Şimdi keçilerin sahibine ne söyleyeceğim? Ağa beni döve döve öldürür, koca sürü nereye kaybolur?” demiş. Çoban, sağa sola koştururken, “Çobanlık görevimi yapamadım, keçileri kaçırdım.” diye yakınırmış. Önüne gelene, “Keçileri kaçırdım, şimdi ben ne yapacağım?” diye sormaya ve anlamlı anlamsız konuşmaya başlamış.
Köylüler de merak edip keçileri aramaya başlamışlar. Bu arada suları içip serinleyen keçiler, mağaradan çıkmış, çobanın bıraktığı yerde otlamaya başlamışlar. Köylüler sürüyü yerinde bulunca şaşırmış ve keçileri tek tek saymışlar. Ortada bir durumun olmadığını gören köylüler, çobanın aklını oynattığına hükmetmişler.

“Etekleri Zil Çalmak” deyim hikayesi:

Bir zamanlar Anadolu’nun bir yerinde, herkesin sevip hürmet ettiği güler yüzlü, tatlı dilli bir şeyh yaşarmış.

Şeyhin, pabuçlarının sivri ucunda ve cüppesinin eteklerinde yüzlerce kuzu çıngırağı bulunurmuş. Şeyhin uzaktan gelişi bu çıngırakların çıkarttığı sesten anlaşılırmış.

Bir gün şeyhe bu çıngırakları niçin taktığını sormuşlar. O da:

– Yürürken yerdeki karıncaları ürkütüp çiğnenerek ölmelerine engel olmak için, diye cevap vermiş.

Bir gün güvenlik güçleri, çok tehlikeli bir hırsız çetesinin saklandığı yerden çıkmasını beklerken, çıngıraklı şeyh oradan geçiyormuş. Azılı hırsızlar çıngırak sesini duyunca ortaya çıkmış ve kaçmaya çalışırken yakalanmış.

Azılı bir çetenin yakalanmasına sebep olan çıngıraklı şeyhi halk sevincinden kucaklayıp havaya kaldırırken, şeyhin eteklerindeki çıngıraklar, daha fazla ses çıkarmış, adeta zil çalmış. Halk da bu çıkan sesten çok mutlu olmuş.

Bu olaydan sonra o yerin ahalisi, bir şeye çok sevinip mutlu olanları görünce, “Ne o eteklerin zil çalıyor.” demeye başlamış.



“Ateş Almaya mı Geldin?” deyim hikayesi:

Eskiden kibrit yokmuş. Ateş sönünce, ateş küreği ile komşuya gidilir, bir parça ateş alınırmış. Ateş almak için komşuya geçen kadınlar, kürekteki ateş sönmesin diye oturup çene çalamazlar ve acele ederlermiş. Kapıdan içeri girmeyerek, kısa bir konuşmadan sonra gitmek isteyen ziyaretçilere:-Ateş almaya mı geldin? denmesi de işte bu devirlerden kalmadır.

“Dingo’nun ahırı” deyim hikayesi:

İstanbul’da ulaşım için atlı tramvayların kullanıldığı yıllarda iki at ile çekilen tramvaylara dik Şişhane yokuşunu çıkabilmesi için fazladan atlar koşulurdu. Azapkapı’da tramvaya eklenen takviye atlar, Taksim’de Dingo isimli bir Rum vatandaş tarafından işletilen ahırda dinlendirilir, sonra tekrar Azapkapı’ya götürülürlerdi. Gün içinde sürekli atların girip çıktığı ahırın, bu durumu dolayısıyla girenin çıkanın belli olmadığı veya her önüne gelenin girip çıkabildiği yerler için “Dingo’nun ahırı” deyimi kullanılmaya başlanmıştır

“Ağzınla Kuş Tutsan Nafile” deyim hikayesi:

Osmanlı Devletinin güçlü zamanlarında, Fransa ile iyi ilişkiler kurulmuş, bu arada, İspanya Kralım ezmek için Osmanlı Devletinin desteğini gören Fransa, Osmanlı Padişahını en büyük hükümdar olarak tanımıştı. Akdeniz’de Türk bayrağı çekerek, Barbaros’un emrine giren Fransız donanması gibi, Fransız ordusu da Osmanlı desteğine güveniyordu. O devirlerde, Topkapı Sarayı’nın arz odasında, huzura kabul edilmeyi bekleyen Fransız elçisi; Kızlar Ağasına, işinin önemli ve acele olduğunu bir türlü anlatamamış, içeri alınmayı sağlayamamıştı.

Bin bir rica ve ısrar sonunda Kızlar Ağası, sabırsızlanan elçiye şöyle dedi:

-Siz ne lâf anlamaz adamlarsınız yahu! Şevketli Sultanımız hazretleri bugün çok hiddetli. Demincek bir Frenk hokkabaz burada idi. Adamcağız ne hünerler gösterdi: Külahının altından tavşanlar çıkardı, alev alev yanan demir çubuklan ağzında söndürdü, sekiz arşın uzaklıktaki iğneye iplik taktı, havaya bir kuş uçurdu, uçun kuşa bir şeyler söyledi, kuş gelip ağzına kondu, o da ağzıyla ayaklarından yakaladı. Sultanımız onu bile huzurdan kovdu. Senin anlayacağın, ağzınla kuş tutsan nafile; ama daha büyük hünerlerin varsa bir kere Zat-ı Şahaneye arz edeyim.

“Deyim hikayeleri” için 17 yanıt

    1. Bence o kadar da uzun değil yani zaten bir hikaye ancak bu kadar uzunlukta olur Nisa . Neyse ister yaz ister yazma bizim umrumuzda değil senin ödevin yazmayacaksan bu siteye girmeseydin .Bence gayet de kısa Nisa. Çok güzel olmuş kim yaptıysa ellerine emeğine sağlık ????????

  1. Nisa nur aydın aslında uzun değil burda öyle gözüküyor bir kağıda yazınca kısa oluyor.

  2. Çine yöresine ait deyim yada atasözlerini ve öylüleriyle birlikte bulmama yardımcı olur musunuz ben bulamadım da

    Mehmet Ali MUSLU nun 1985 yılında yayınladığı “İlçemiz Çine” Hür Efe Matbaası tarafından basılmıştır. Detaylı bilgi için kitap incelenebilir.

Rumeysa için bir cevap yazın Cevabı iptal et

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.